SEÇME İÇTİHATLAR

12. Hukuk Dairesi 2016/706 E. , 2016/14964 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Alacaklı tarafından borçlu hakkında kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan icra takibinde, borçlunun icra mahkemesine başvurusunda, takibin kesinleşmesinden sonra TOKİ’de bulunan hak ediş alacaklarına konulan haczin düşmüş olması nedeni ile haczin kaldırılmasını talep ettiği, mahkemece İİK’nun 106. maddesinde belirtilen 6 aylık yasal hak düşürücü süre içinde hacizli paranın dosyaya gönderilmesi yönünde bir talep olmadığı ve sıra cetveli yapılması da istenmediği gerekçesi ile şikayetin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.
İİK’nun “paraya çevirme” başlığını taşıyan 106 ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. Haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil, borçlunun üçüncü kişi TOKİ’de bulunan hak ediş alacaklarına (yani paraya) konulduğundan, bu paranın satılarak paraya çevrilmesi söz konusu değildir. Ancak İİK’nun 106. maddesinin son fıkrasına göre borçlunun üçüncü kişilerdeki alacağı taşınır hükmündedir. Para alacağı haczinde satış talebi söz konusu olmadığından, haczedilen paranın icra dosyasına gönderilmesi talebi, satış talebi yerine geçer. Yasada, para alacağı üzerine konulan haczin ne kadar süreyle mevcudiyetini koruyabileceği yönünde bir açıklık bulunmadığından, takip ve haciz tarihi itibarı ile uygulanması gereken İİK’nun 106. maddesinde, menkul mallar için öngörülen 6 aylık sürenin, para alacakları yönünden, hacizden itibaren paranın istenmesi için gerekli azami süre olarak kıyasen uygulanması gerekmektedir.
Somut olayda, takibin kesinleşmesi üzerine TOKİ’ye doğmuş ve doğacak alacakların haczi için İİK’nun 89/1. maddesine göre düzenlenmiş haciz ihbarnamesinin gönderildiği, TOKİ tarafından icra dosyasına süresi içinde sunulan dilekçe ile; “borçlu … idaremiz yüklenicisidir. Söz konusu firmanın dosyanız üzerinden takip edilen borcu, idaremiz nezdinde yüklenicisi olduğu iş ile ilgili istihkak alacaklarından ödenmek üzere, idaremiz nezdinde takibe konan ilamlı ve ilamsız müzekkerelerin idaremize intikal tarihi dikkate alınarak düzenlenen takipli borçlar sıralama tablosuna alınmıştır” şeklinde cevap verildiği görülmektedir. Anılan cevaptan da anlaşılacağı üzere İİK’nun 89/1. maddesine göre düzenlenmiş haciz ihbarnamesinin tebliğ tarihi itibariyle, üçüncü kişi TOKİ’de doğmuş bir alacak bulunmadığından, İİK’nun 106. maddesinde belirtilen 6 aylık yasal sürenin işlemeye başlamayacağının kabulü gerekir.
O halde mahkemece, şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26/05/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

9. Hukuk Dairesi 2014/1482 E. , 2015/14104 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : … İŞ MAHKEMESİ
DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ile ücret ve hafta tatili alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde davalılardan … avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, davalı işverenler bünyesinde gemi montaj ustası olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek, işçilik alacaklarını istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı …, davacının işvereni olmadığını, işyerinde fazla çalışma ve hafta tatili çalışması yapılmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Davalı … ile diğerleri, davacının işten ayrılırken tüm haklarının ödendiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalıların iş sözleşmesini feshetmekte haksız olduğu, ödenmemiş ücret alacağı bulunduğu, hafta tatili çalışması yaptığı halde karşılığının ödenmediği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalı … temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı …’nin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Taraflar arasında düzenlenen ibranamenin geçerliliği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Türk Hukukunda ibra sözleşmesi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olup, kabul edilen Yasanın 132 inci maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” şeklinde kurala yer verilmiştir.
İş ilişkisinde borcun ibra yoluyla sona ermesi ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420 inci maddesinde öngörülmüştür. Sözü edilen hükme göre, işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420 inci maddesinde, iş sözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir ay içinde yapılan ibra sözleşmelerine geçerlilik tanınmayacağı bildirilmiştir. Aynı maddede, alacağın bir kısmının ödenmesi şartına bağlı ibra sözleşmelerinin (ivazlı ibra), ancak ödemenin banka kanalıyla yapılmış olması halinde geçerli olacağı öngörülmüştür. 4857 sayılı İş Kanununun 19 uncu maddesinde, feshe itiraz bakımından bir aylık hak düşürücü süre öngörülmüş olmakla, feshi izleyen bir ay içinde işçinin işe iade davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu noktada feshi izleyen bir aylık süre, işçinin eski işine dönüp dönmeyeceğinin tespiti bakımından önemlidir. O halde feshi izleyen bir aylık sürede işverenin olası baskılarını azaltmak, iş güvencesinin sağlanması için de gereklidir. Geçerli ve haklı neden iddialarına dayanan fesihlerde dahi ibraname düzenlenmesi için feshi izleyen bir aylık sürenin beklenmesi gerekir. Bir aylık bekleme süresi kısmi ibra açısından işçinin bir kısım işçilik alacaklarının ödenmesinin bir ay süreyle gecikmesi anlamına gelse de temelde işçi yararına bir durumdur. Hemen belirtelim ki bir aylık bekleme süresi ibra sözleşmelerinin düzenlenme zamanı ile ilgili olup ifayı ilgilendiren bir durum değildir. Başka bir anlatımla işçinin fesih ile muaccel hale gelen kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve izin ücreti gibi haklarının ödeme tarihi bir ay süreyle ertelenmiş değildir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun değinilen maddesinde, işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi, ibranamenin geçerliliği noktasında sonuca etkilidir. Ancak banka dışı yollarla yapılan ödemelerde de borç ibra yerine tamamen veya kısmen ifa yoluyla sona ermiş olur.
Sözü edilen yasal düzenleme, sadece işçinin alacaklı olduğu durumlar için işçi yararına kısıtlamalar öngörmektedir. İşverenin cezai şart ve eğitim gideri talep ettiği yine işçinin vermiş olduğu zararın tazminine dair uygulamalarda ve hatta sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde işçinin işverene borçlu olduğu durumlarda, taraflar, herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın işçinin borçlarını ibra yoluyla sona erdirebilirler.
Değinilen maddenin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri tazminat ve alacaklar dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün haklar yönünden uygulanır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenen ibra sözleşmeleri için yasal koşulların varlığı aranmalıdır. Ancak 6098 sayılı Borçlar Kanununun yürürlükte olmadığı dönemde imzalanan ibranamenin geçerliliği sorunu, Dairemizin konuyla ilgili ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. İbranamenin feshi izleyen bir aylık süre içinde düzenlenmesi ve ödemelerin banka kanalıyla yapılmamış oluşu 01.07.2012 tarihinden önce düzenlenen ibra sözleşmeleri için geçersizlik sonucu doğurmaz.
İşçi ve işveren arasında işverenin borçlarının sona erdirilmesine yönelik olarak Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlülüğü öncesinde yapılan ibra sözleşmeleri yönünden geçersizlik sorunu aşağıdaki ilkeler dahilinde değerlendirilmelidir:
a)-Dairemizin kökleşmiş içtihatları çerçevesinde, iş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkün olup, Dairemizin kararlılık kazanmış uygulaması bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 15.10.2010 gün, 2008/41165 E, 2010/29240 K.).
b)-İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez (Yargıtay 9.HD. 5.11.2010 gün, 2008/37441 E, 2010/31943 K).
c)-İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden de değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde, ibra iradesinden söz edilemez.
Öte yandan 818 sayılı Borçlar Kanununun 21 inci maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma (gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir.
İbranamedeki irade fesadı hallerinin, 818 sayılı Borçlar Kanununun 31 inci maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekir (Yargıtay 9.HD. 26.10.2010 gün, 2009/27121 E, 2010/30468 K). Ancak, işe girerken alınan matbu nitelikteki ibranameler bakımından iş ilişkisinin devam ettiği süre içinde bir yıllık süre işlemez.
d)-İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi mümkün değildir. Bu nedenle, işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir (Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/37372 E, 2010/31566 K).
e)-Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise, alacağın tamamen ödenmiş olması durumunda borç ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi ödeme hallerinde, Dairemizin kökleşmiş içtihatlarında ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir (Yargıtay 9.HD 21.10.2010 gün 2008/40992 E, 2010/39123 K.). Miktar içeren ibranamenin çalışırken alınmış olması makbuz etkisini ortadan kaldırmaz (Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün 2008/33748 E, 2010/20389 K.).
f)-Miktar içermeyen ibra sözleşmelerinde ise, geçerlilik sorunu titizlikle ele alınmalıdır. İrade fesadı denetimi yapılmalı ve somut olayın özelliklerine göre ibranamenin geçerliliği konusunda çözümler aranmalıdır (Yargıtay 9.HD. 27.06.2008 gün 2007/23861 E, 2008/17735 K.). Fesihten sonra düzenlenen ve alacak kalemlerinin tek tek sayıldığı ibranamede, irade fesadı haller ileri sürülüp kanıtlanmadığı sürece ibra iradesi geçerli sayılmalıdır (Yargıtay HGK. 21.10.2009 gün, 2009/396 E, 2009/441 K).
g)-Yine, işçinin ibranamede yasal haklarını saklı tuttuğuna dair ihtirazi kayda yer vermesi ibra iradesinin bulunmadığını gösterir (Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/40032 E, 2010/31666 K).
h)-İbranamede yer almayan işçilik alacakları bakımından, borcun sona erdiği söylenemez. İbranamede yer alan işçilik alacaklarının bir kısmı yönünden savunma ile çelişkinin varlığı ibranameyi bütünüyle geçersiz kılmaz. Savunma ile çelişmeyen kısımlar yönünden ibra iradesine değer verilmelidir (Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün, 2008/33597 E, 2010/20380 K). Başka bir anlatımla, bu gibi durumlarda ibranamenin bölünebilir etkisinden söz edilebilir. Bir ibraname bazı alacaklar bakımından makbuz hükmünde sayılırken, bazı işçilik hak ve alacakları bakımından ise çelişki sebebiyle geçersizlikten söz edilebilir. Aynı ibranamede çelişki bulunmayan ve miktar içermeyen kalemler bakımından ise borç ibra yoluyla sona ermiş sayılabilir.
İbraname savunması, hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir (Yargıtay HGK. 27.1.2010 gün 2009/9-586 E, 2010/31 K. ; Yargıtay 9.HD. 13.7.2010 gün, 2008/33764 E, 2010/23201 K.).
Somut olayda davacı iş sözleşmesi sona erdikten sonra 13.12.2011 tarihinde işvereni olan davalılardan … firmasını ücret, izin, fazla çalışma hafta ve genel tatil alacakları yönünden ibra etmiştir. Davalı alt işveren … firmasının savunması ile ibraname çelişmemektedir. Davacı bu ibranameye itiraz etmemiş ve irade fesadı ile alındığı yönünde bir savunmada da bulunmamıştır. Davalı tarafça ibraz edilen ve miktar içermeyen ibraname 818 sayılı Borçlar Kanununun yürürlükte olduğu dönem de düzenlenmiştir. Davalı tarafça ibraz edilen ibraname geçerli olup davacının ücret ve hafta tatili taleplerinin reddi gerekirken kabulü isabetsizdir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 14.04.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2005/3-685

Karar: 2005/738

Karar Tarihi: 21.12.2005

(818 S. K. m. 61, 64)

Dava: Taraflar arasındaki davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Pendik Asliye 3.Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 01.06.2004 gün ve 2004/110-418 sayılı kararın incelenmesi Davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 23.12.2004 gün ve 2004/14018-14264 sayılı ilamı ile;

(….Davacı, davalı arsa maliki H.K. ile dava dışı müteahhit A.O.Ö. arasında yapılan kat karşılığı inşaat sözleşmesi hükümlerine göre müteahhit A.O.Ö. hissesine düşen dairelerden birini 21.5.1995’te satın aldığını ancak müteahhidin edimini yerine getirmediği ve binayı bitirmediği için H.K. tarafından açılan dava ile A.O. ile yaptığı sözleşmenin geriye etkili olarak iptali ile 3. şahıslara verilmiş olan tapularının iptaline karar verildiğinden satın alınan daire için (fazlaya ilişkin hakkını saklı tutarak) ödediği bedel 1.000.000.000 lira ile daireye yaptığı faydalı masraflar bedeli 1.000.000.000 liranın tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece; arsa maliki ile müteahhit arasında düzenlenen kat karşılığı inşaat sözleşmesinin, Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2000/619 E- 551 K. Sayılı ilamı ile geriye etkili olarak iptaline ve ayrıca müteahhit tarafından diğer davalılara satılan dairelerin arsa paylarına ilişkin tapu kaydının iptaline karar verilip, Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nce onandığı anlaşılmaktadır. Yüklenicinin yasal olarak edimini yerine getirmemiş olması nedeniyle kendisinin talep edemeyeceği bir hakkı, sözleşmeden doğan kişisel hakkını devrettiği haleflerinin isteyebilmesi mümkün değildir. Davacının satış bedeli için ödeme yaptığı dava dışı müteahhide karşı talepte bulunma hakkı saklı olmak üzere gerek satış bedeli ve gerekse iyileştirme masraflarına yönelik davanın reddine karar verilmiştir.

Dava konusu yere yapılan giderlerle birlikte daireye ait tapu kaydının iptali ile davalı (arsa maliki) adına tescile karar verilmesi, davacının mal varlığında bir fakirleşmeye neden olurken, davalının da bu giderlere ödenen para oranında zenginleştiğinde kuşku yoktur.

BK 64. madde hükmüne göre; iade borçlusu (nedensiz zenginleşen) ister iyiniyetli sayılsın ister kötüniyetli sayılsın iktisap ettiği mala yaptığı zorunlu masrafların karşılanması kendisinden istenebilir.

Somut olayda; dava dışı müteahhidin binayı %45 oranında tamamladıktan sonra davacı da dahil 3. kişilere daire sattığı ve binanın kaçak olup ruhsat alınmadığı, binayı süresinde bitirmediği için kat karşılığı inşaat sözleşmesinin geriye etkili şekilde feshi ile tapuların iptaline karar verilmiştir. Davacı evde birtakım iyileştirmeler yaptığını iddia ettiğine göre bunların neler olduğu saptandıktan sonra hasıl alacak sonuç dairesinde bir karar verilmelidir.

Yazılı gerekçelerle ve eksik incelemeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davacı vekili

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: A-) Davacı İsteminin Özeti: Davacı (yükleniciden daire satın alan üçüncü kişi) vekili 24.02.2004 tarihli dava dilekçesinde özetle; davalı H.K. ile dava dışı yüklenici A.O.Ö. arasında Kartal 4. Noterliği’nce düzenlenen 19.10.1995 gün ve 50694 yevmiye nolu sözleşme uyarınca, yüklenici A.O.Ö.’ ün davalıya ait 1255 parsel sayılı arsa üzerinde kat karşılığında inşaat yapmayı üstlendiğini, davalının yükleniciye söz konusu arsanın 200/270 arsa payını devrettiğini, davacı müvekkili C.B.’nin de 21.5.1995 tarihinde yüklenici A.O.Ö.’ ten kaba inşaat halinde yapılan binanın 4. katında arkada bulunan bir daireyi (yani buna düşen arsa payını) satın aldığını, daha sonra daireyi oturabilir hale getirmek üzere harcamalarda bulunduğunu ve kiraya verdiğini, davalı tarafından Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2000/619 sayılı dosyası üzerinden yüklenici aleyhine açılan dava sonunda sözleşmenin feshedilerek müvekkilince satın alınan daireye ait tapunun da iptaline, davalı adına tesciline karar verildiğini, ifadeyle, Borçlar Kanunu’nun 61. maddesi gereğince haksız şekilde zenginleşen davalıdan satış bedeline karşılık bir bedel ödemeden daire sahibi olan davalıdan fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000.000.000 TL ve kaba inşaat olarak alınan daireye yapılan tüm faydalı ve zorunlu masraflar karşılığında da fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 1.000.000.000 TL olmak üzere toplam 2.000.000.000 TL.’nin tahsiline karar verilmesini istemiştir.

B-) Davalı Tarafın Cevabının Özeti: Davalı (arsa sahibi) vekili 26.04.2004 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle; davanın yasal dayanaktan yoksun olduğunu, yüklenici A.O.Ö.’ ün edimlerini yerine getirmemesi sebebiyle Pendik 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2000/619 sayılı ilamıyla sözleşmenin geriye etkili olarak feshedildiğini, davacının da aralarında bulunduğu üçüncü şahıslara devredilen tapuların iptal edilerek, kararın da Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiğini, kararın gerekçesinden de anlaşılacağı üzere imar mevzuatına aykırı şekilde ruhsatsız yapının söz konusu olduğunu, bu nedenle arsa sahibine bir sebepsiz kazandırmanın varlığından söz edilemeyeceğini, davacının yüklenicinin halefi olup, onun talep edemeyeceği bir şeyi talep olanağının bulunmadığını, davacının bu konuda satış bedeli yönünden ancak yükleniciye gidebileceğini, dairede kiracı bulunup davacının buradan aldığı kira bedelleri kadar zenginleştiğini, kaçak yapı durumundaki binada davacıların kendilerine yönelik taleplerinin dinlenemeyeceğini, sonuçta davacının gerek satış bedeli ve gerekse masraflar yönünden müvekkilinden herhangi bir talepte bulunmaya hakkı olmadığını, ifadeyle davanın reddini savunmuştur.

C-) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Yerel Mahkeme (Pendik Asliye 3.Hukuk Mahkemesi);


gerekçesiyle, davanın reddine karar vermiştir.

D-) Temyiz Evresi, Bozma ve Direnme: Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece karar yukarıda başlık bölümünde aynen yer alan gerekçelerle bozulmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılamada, 06.04.2005 tarihli ilk celsede Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 24.03.2005 günlü ve 187 sayılı kararı ile Pendik Asliye 3.Hukuk Mahkemesi’nin faaliyetinin dondurulmasına, görülmekte olan dava ve işlerin diğer asliye hukuk mahkemeleri arasında eşit olarak tevziine karar verilmesi nedeniyle dosya bu işlem için nöbetçi mahkemeye gönderilmiş; Pendik Asliye 2. Hukuk Mahkemesi’ne verilen dosya 2005/225 esasını alarak 17.05.2005 tarihinde yapılan yargılamada; Davacı taraf; bozmaya uyulmasını, davalı taraf ise 06.04.2005 tarihli dilekçesi ile direnme kararı verilmesini istemişlerdir.

Mahkemece; bir binadır. Esasen davacının da kaçak bina olduğunu bile bile daire satın aldığının kabulü gerekir. Zira almadan önce, gerekli özeni gösterip, satın aldığı dairenin bulunduğu binanın Yasaya uygun bina olup olmadığını araştırması gerekirdi.

Mahkemelerimizin, dolayısıyla Yüksek Yargıtay ilgili dairelerinin önüne gelen çok sayıda davalardan da anlaşılacağı gibi, inşaat piyasası, gerekli tahsili almayan, bilinçsiz yüklenicilerin yaptığı yasaya aykırı binalar ve bundan dolayı canı yanmış insanlarla doludur. Bizce toplum bilincinin oluşmasında en büyük etkenlerden biri de yasaların tavizsiz uygulanmasıdır. Tıpkı tapulu taşınmazların ve araçların resmi şekilde olmayan, harici satışlarında olduğu gibi, Bu gün toplumun büyük bir kesiminde tapulu taşınmazların ve araçların satışının resmi şekilde yapılmadıkça geçersiz olacağı yerleşmiş durumdadır.

Olayımızda da, davacının kaçak binada Yükleniciden daire satın alınmayacağını bilmesi gerekirdi. Bu itibarla, davacının Yüklenicinin haklarına halef olarak arsa sahibine karşı bu davayı açma hakkı yoktur. Bize göre sadece verdiğini geri isteme hakkı olup, onu da yükleniciye karşı ileri sürebilir.

Hal böyle olunca; Eski kararda ısrar edilerek önceden olduğu gibi davanın reddine karar verilmelidir.>

gerekçesiyle önceki kararda direnilerek, davanın reddine, karar verilmiştir.

Direnme hükmünü davacı vekili temyize getirmektedir.

E-) Gerekçe: Dava, mahkeme kararı ile tarafları arasında geriye etkili olarak feshedilmiş olan kat karşılığı inşaat sözleşmesi nedeniyle dava dışı yükleniciden ona sözleşme gereği isabet eden payı satın alan üçüncü kişi davacı tarafından açılmış olup; bu paya karşılık gelen daire için ödediği satış bedeli ile yaptığı faydalı ve zorunlu harcamaların sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayanılarak davalı arsa sahibinden tahsili isteğine ilişkindir.

Dava dışı yüklenici ile davalı arsa sahibi arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesi gereği yüklenici kendisine düşen dairenin arsa payını davacı üçüncü kişiye satmış; ancak kat karşılığı inşaat sözleşmesinin yerine getirilmesi konusunda taraflar arasında çıkan anlaşmazlık üzerine arsa sahibinin açtığı dava üzerine binanın ruhsatsız olduğu tespit edildiğinden geriye etkili olmak üzere sözleşmenin feshine ve tapu kayıtlarının iptali ile arsa sahibi adına tescile karar verilmiş; karar onanarak kesinleşmiştir.

Bu olgu taraflar arasında da yerel mahkeme ile Özel Daire arasında da uyuşmazlık konusu değildir.

Eldeki dava yükleniciden daire satın alan üçüncü kişinin arsa sahibinden satış bedeli ve yapılan zorunlu ve yararlı giderlerin tahsili istemine yöneliktir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; açıklanan olgular karşısında imar mevzuatına aykırı olduğu belirgin daire ile ilgili olarak dava dışı yüklenicinin akidi durumundaki davacı üçüncü kişinin sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayanarak arsa sahibine yönelttiği davasının dinlenip dinlenemeyeceği, noktasındadır.

Kural olarak 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri uyarınca her an yıktırılması gereken, kaçak inşa edilmiş binanın ekonomik değerinin bulunmadığı, dolayısıyla arsa maliki yönünden bir zenginleşmenin bulunmadığı yargısı yerindedir.

Ancak, davacı tarafından oturulacak hale getirilen dairenin, su ve elektrik abone sözleşmelerinin yapılarak, 14.4.2000 tarihinde kiraya verildiği tapu kaydının iptalini takip eden sürede kira paralarının arsa sahibi (davalı) tarafından alındığı ileri sürülmektedir. İmar yasasına aykırı olarak inşa edilen 24 daire ve 6 dükkândan ibaret bulunan binanın arsa sahibi davalı tarafından kullanıldığı, gelirinden yararlandığı ispat edilebildiği takdirde davalının zenginleşmediğinden söz edilemez. Bu halde söz konusudur. İnşa edilen kaçak yapının ekonomik değerinin bulunmayışı yararlananın zenginleşmesine engel oluşturmaz. Gerçekten İmar Kanunu’na göre her an yıkılması gereken kaçak binanın bu niteliği itibariyle, binada yapıldığı ileri sürülen duvar, iç ince sıvası, elektrik, su tesisatı, banyo, mutfak fayansları, pencere ve kapılar için yapılan giderler talep edilemez ise de bu giderler nedeniyle kullanılabilir hale gelen dairenin na sahip olması, dolayısıyla arsa sahibinin mamelikine katkısı, kanıtlanabildiği takdirde, zenginleşmeden söz edilmelidir.

O halde mahkemece mahallinde bilirkişi incelemesi yapılarak, yükleniciden daire satın alan davacının yaptığını ileri sürdüğü giderlerin arsa sahibinin mamelekine katkısı araştırılarak saptanmalı, BK. md.61 ve devamı hükümleri uyarınca iadesi hükmolunmalıdır.

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 21.12.2005 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Geçerli bir sözleşmeden dönülmesi veya feshi veya esasen geçersiz bir sözleşmeye dayanılarak karşı tarafa verilen ya da onun nezdinde kalan bir zenginleşmenin (sebepsiz zenginleşme) hükümlerine dayanılarak iadesi istenebilir. Fesih konusunda açılmış bir dava varsa işin tasfiyesi gereği bununla ilgili karar da verilir. Kuşku yok ki böyle bir dava sözleşmenin tarafları arasında dinlenebilir.

Taraflar arasında cereyan eden ve kesin hüküm halini alan davada arsa sahibi ile yüklenici arasındaki akit feshedilmiş, yükleniciden daire satın alan davacının da tapusu iptal edilmiştir. Yapının ekonomik değerinin bulunmadığı kararda açıklanmıştır.

Olayda davacı ile davalı arasında herhangi bir sözleşme ilişkisi bulunmamaktadır. Yükleniciden bağımsız bölüm satın alan davacı, arsa sahibi olan davalıdan sözleşme ilişkisine dayalı olarak bir istekte bulunamaz. Davalı arsa sahibinin davacıya karşı bir sebepsiz zenginleşmesi de bulunmamaktadır. Arsa sahibinin varsa sebepsiz zenginleşmeden dolayı akidi olan yükleniciye karşı sorumluluğu düşünülebilir. Davacı ödediği satış bedelini ve yaptığı harcamaları yükleniciden talep edebilir.

Davacının da taraf olduğu akdin ve tapu kayıtlarının iptali davasında, davalıya ait arsa üzerine yapılan inşaat hakkında yıkım kararının mevcut olduğu ve ekonomik bir değerinin bulunmadığı hususu kesin hükümle saptanmıştır. Bu belirlemenin davacıyı ve yargı organlarını da bağlayıcı olduğu inkar olunmayacak bir hukuki gerçektir. Bu husus gözden kaçırılarak yıkılacak bir binaya değer izafe olunması yerinde olmamıştır.

Esasen davacının dava konusu ettiği bölümün yıkılmadığı elinde olduğu ortadadır. Bu davada arsa sahibinin kira elde ettiği iddiasıyla bir alacak talebinde bulunulmamıştır. Binanın enkaz bedeli de dava konusu edilmemiştir.

Sözleşmenin tarafları dışındaki kişiler arasında sebepsiz iktisaba dayanılarak açılan bir davanın kabulü ortaya çeşitli sorunlar çıkartacaktır. Özellikle, yüklenicinin aynı nedene dayanarak arsa sahibine karşı satın alan davacının satın aldığı yükleniciye karşı dava açıp açamayacağı, akdin feshinde haklı bulunan arsa sahibinin, yükleniciden daire satın alan davacı hakkında uğradığı menfi zararlarını tazmin için talepte bulunup bulunmayacağı veya benzeri takas mahsup iddialarının dinlenip dinlenemeyeceği sorularının da cevabı verilmelidir.

3194 sayılı İmar Kanunu kamu düzenini koruyucu hükümler ihtiva eder. Kaçak yapılaşmayı engellemek için ruhsatsız ve kaçak yapılara para cezası verileceğini, Yasaya ve imar mevzuatına uygun hale getirilememesi halinde yapının yıktırılıp, yıkım bedelinin yapı sahibinden alınacağını belirtir. Kaçak yapı yapanlar hakkında ceza mahkemesinde dava açılır. Kaçak yapıyı yapanlar cezalandırılır. Davacı da kaçak olduğunu yıkım kararı verildiğini bildiği bir yapıda inşaata devam etmekle imar suçu işlemiştir. Suç işleyen kişileri hukuk himaye etmez. Ekonomik değeri olmayan yapılar için herhangi bir nedenle bedele hükmedilemez. Aksi takdirde kamu düzeni zarar görür. Kaçak yapılaşma teşvik edilmiş olur. Kaçak yapılaşmayı önlemek için kanun koyucu bu tür yapılara elektrik, su, havagazı vs. hizmet verilemeyeceğini belirtmiş, aksine hareket edenlerin hapis cezasıyla cezalandırılacağını (yasa çıkartarak) ortaya koymuştur.

Yüksek 3.Dairesinin uygulamaları, bu davaların daha önce temyiz incelemesini yapan Yüksek 13.Hukuk Dairesinin uygulamalarına Dairemizin genel tatbikatına aykırı olduğu gibi, yıllarca kamu düzeni mülahazasıyla kaçak yapılara değer vermeyen Yüksek Hukuk Genel Kurulunun istikrarlı kararlarına da aykırı olmuştur.

Bu nedenlerle, böyle bir davanın açılabileceği kabul edilse bile arsa sahibine karşı değil, davacının akidi bulunan (satıcı) yükleniciye karşı açılması daha uygun olacaktır. Aksi takdirde hukuki ilişkiler içinden çıkılamayacak derecede karmaşık hale gelecek ve çözümsüz kalacaktır.

Belirtilen bu sebeplerle Yüksek Genel Kurulun çoğunluk görüşünü oluşturan sayın üyelerinin kararına katılamıyorum. Mahkeme kararı usul ve yasaya ve sözleşme ilişkilerine uygundur. Onanması gerekir.

1. Hukuk Dairesi 2011/2387 E. , 2011/4974 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : ÜSKÜDAR 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 27/05/2010
NUMARASI : 2009/381-2010/165

Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakanlarından intikal eden 2 parsel sayılı taşınmazda kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapıldığını, sözleşme uyarınca miras payına karşılık 3+1 daire verilmesi gerekirken hileli yollarla,1+1 daire verildiğini, davalı mirasçıların paylarından fazla yer aldıklarını ileri sürerek sözleşme uyarınca mirasçılara isabet eden dairelerin tapuların iptali ile tüm mirasçılar adına miras payları oranında tescili isteğinde bulunmuşlardır.
Davalı M. ve N., davanın reddini savunmuşlardır.
Davalı Aysel, yanıt vermemiştir.
Mahkemece, iddiaların kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakim. raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma isteği değerden reddedildi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, tapu iptali ve tecsil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, tarafların 05.02.2001 tarihinde ölen miras bırakanları S.Ö.a ait 2418 ada 2 parsel sayılı taşınmazda dava dışı yüklenici ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlediği buna göre 1 ofis ve 8 bağımsız bölümden oluşacak şekilde inşaat yapılacağı ve davacı ile velayeti altındaki küçük Samet’e plan ve projesinde gösterildiği şekilde binanın 1. Bodrum Kat 3 nolu bağımsız bölümünün özgülendiği ancak belediyeden yapı ruhsatı alınırken ofisten vazgeçildiği 8 bağımsız bölümden oluşacak şekilde yeniden bir plan yapıldığı ve kat irtifakına geçilirken yapılan binada 1. Bodrum kat 2 nolu dairenin davacılara özgülendiği, tüm maliklerin bu yönde düzenlenen belgeleri imzaladıkları, bu şekilde 63/ 320 arsa paylı 1. Bodrum kat 2 nolu bağımsız bölümün davacılar adına paylı olarak sicile tescil edildiği anlaşılmaktadır
Davacı H.kendine asaleten S.e velayeten tapuda kat irtifakı tesisi sırasında kat karşılığı inşaat sözleşmesinde kararlaştırıldığı üzere 1. bodrum kat 3 nolu bağımsız bölümün kendisine verileceği yerde hata ve hileye düşürülmek suretiyle 2 nolu bağımsız bölümün verildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamıyacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekirki, Borçlar Kanununda esaslı hatanın tanımı yapılmamış, 24. maddede sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmiyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi,girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (Subjektif unsur), hemde iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının isbatlanması zorunludur.
Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf,isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri istiyebilir. Yeterki hatanın ileri sürülmesi B.K.nun 25.ve M.K.nun 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın. Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Ne varki, B.K.nun 26. maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmeyen veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müsbet zararının ödenmesi gerekir.
Öte yandan, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille isbat edilebilir.
Diğer taraftan, hile, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevketmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak,veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma hilede yanıltma söz konusudur.B.K’nun 28/l maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz.Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable Şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan,hile her türlü delille isbat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir.Hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluylada kullanılabilir.
Somut olaya gelince, 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Yasası hükümleri uyarınca kat irtifakı kat mülkiyetine geçilmeden önce bağımsız bölümler bakımından meydana getirilen müstakil mülkiyet durumudur. Kat irtifakı kurulurken her bir bağımsız bölüme arsa payı ayrılması da yine bir zorunluluktur. Bağımsız bölümlere bağlanan arsa payının taşınmazın yüzölçümü ile ilgili olmayıp değerine göre belirlenmesi gerektiği de tartışmasızdır.
Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında, mahkemece yapılan keşif neticesinde davalılara özgülenen bağımsız bölümün kaşfen saptanan değerlerinin arsa payı daha çok olan davacılara ait bağımsız bölümün değerinden çok fazla olduğu ve aralarında aşırı değer farkı bulunduğu görülmektedir.Davacılara aidiyeti kabul edilen bağımsız bölüme ayrılan arsa payı daha fazla iken değerinin diğerlerine nazaran çok düşük olması gerçekten de davacıların hataya düşürüldüğü yönündeki iddialarını doğrular niteliktedir.Nitekim yukarıda değinildiği üzere mevcut sicil kaydının oluşturulması da 634 sayılı kat mülkiyeti yasasına uygun düşmemektedir. Diğer taraftan davacının ve velayeti altındaki küçüğün muristen intikal eden miras payları toplam olarak 7/12 olduğu halde keşfen belirlenen davalılara isabet eden taşınmazların değeri gözetildiğinde de miras paylarına uygun daire düşmediği, bunun da davacının kat irtifakına geçirilirken hataya düşürüldüğünün ayrı bir delilini teşkil ettiği açıktır.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.
Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’nun 428. Maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.04.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

17. Hukuk Dairesi 2015/8409 E. , 2015/8567 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:
-K A R A R-
Davacılar vekili, davalıların zorunlu mali sorumluluk sigortacısı ve sürücüsü oldukları aracın sebep olduğu kazada müvekkillerinin desteğinin öldüğünü, müvekkilleri ve …’in ağır yaralandığını, babaları … ‘in çocukların sağlık durumları ile ilgilenmesi ve eşinin ölümü nedeni ile çalışamadığını açıklayıp müvekkili … için kazanç kaybı ve destekten yoksun kalma tazminatı için 5.000,00 TL maddi, 5.000,00 TL manevi, için 3.000,00 TL tedavi gideri ve 2.000,00 TL manevi, … için 1.500,00 TL manevi tazminatın tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili, davacılara ödemede bulunduklarını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Diğer davalı vekili, davacılara ödeme yaptıklarını ve ibra edildiklerini ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davacıların maddi – manevi zararlarının karşılandığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekilince temyiz edilmiştir.
1-Davacılar vekilinin davacı … yönünden temyiz itirazının incelenmesinde;
Karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK’nın geçici 3/2 maddesi delaletiyle mülga 1086 sayılı HUMK’nun 427. maddesi gereğince 01.01.2014 tarihinden sonra verilen kararlarda temyiz kesinlik sınırı 1.890,00 TL’ye çıkarılmıştır.
. Davacı … yönünden red edilen kısmı 1.500,00 TL olup, temyize konu karar anılan tarihten sonra verildiğinden kesin niteliktedir. Kesin olan kararların temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 01.06.1990 gün 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca Yargıtay’cada temyiz isteminin reddine karar verilebilir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin davacı … yönünden temyiz dilekçesinin hükmün kesin olması nedeni ile reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine, karar vermek gerekmiştir.
3-Davacılar vekilinin diğer davacılar yönünden temyiz istemine gelince;
Davacılar vekilince müvekkillerinin desteğinin ölümü nedeni ile aracın sürücüsü olan davalı …’dan manevi tazminat isteminde bulunulmuş, davalı vekilince ölüm nedeni ile davacılara ödeme yapıldığı ve müvekkilinin ibra edildiği ileri sürülmüştür.
Mahkemece, davacıların maddi ve manevi zararlarının tümünün davalı sigorta şirketince ödeme yapılması ve diğer davalı tarafından ödeme yapılarak ibra edildiği gerekçesi ile reddine karar verilmiştir.
Dosya kapsamında bulunan taraflar arasında düzenlenen 28.09.2002 tarihli ibranamede, davaya konu olay nedeni ile maddi hasarlara karşılık gelmek üzere davalı … tarafından kazada hayatını kaybeden davacıların desteği mirasçılarına ve aynı kazada hayatını kaybeden mirasçılarına 5.000,00 TL ödendiği ve davalı …’un ibra edildiği belirtilmektedir. İbranamede davacılara maddi zararlar için ödemede bulunulduğu belirtilmekte, manevi zararların karşılandığına dair ibareye yer almamaktadır.
Mahkemece bu durumda olay sebebiyle duyulan acı ve elemin kısmen de olsa giderilmesi amacıyla tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile birlikte değerlendirilerek olayın meydana geliş şekli de gözönünde tutularak, B.K.’nun 47. maddesindeki özel haller dikkate alınarak, hak ve nesafet kuralları çerçevesinde hakkaniyete uygun bir manevi tazminata hükmedilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ:Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin davacı … yönünden temyiz dilekçesinin reddine, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, 3 nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine 11.06.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

8. Hukuk Dairesi 2013/18798 E. , 2014/7455 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 15. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 15/04/2013
NUMARASI : 2013/409-2013/418

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davalı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

K A R A R

Borçlu vekili icra mahkemesine başvurusunda; İstanbul Anadolu 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2011/35 Esas ve 2013/82 Karar sayılı ilamına dayalı olarak ilamlı icra takibi başlatıldığını, alacaklının 6352 sayılı Yasa’nın 58. maddesi ile değişik 2577 sayılı Yasa’nın 28. maddesinin 2. fıkrasına göre vekil edeni İdareye yazılı başvuruda bulunarak, alacağının ödenmesini talep edip, 30 günlük kanuni bekleme süresinden sonra ödeme yapılmaması halinde icra takibi başlatması gerekirken, bu yasal zorunluluğun yerine getirilmediğini bildirerek takibin ve icra emrinin iptaline karar verilmesini talep etmiş; Mahkemece şikayetin kabulü ile takibin iptaline karar verilmiş; karar alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
6352 sayılı Yasa’nın 58. maddesi ile Değişik 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28/2 maddesinin “…Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren birinci fıkrada belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır. Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde ödeme yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur… ” hükmünü içermektedir.
Ancak, 2577 sayılı Yasa’nın 1. maddesi uyarınca; Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemeleri’nin görevine giren uyuşmazlıkların çözümü, bu Kanunda gösterilen usullere tabi olup, Yasa’nın 28/2. maddesine ilişkin anılan değişikliğin, adli yargı mahkemeleri tarafından verilen ilamların infazında uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Takip dayanağı ilam adli yargıdan verilmiş adli yargı ilamı olup, anılan Yasa kapsamında uygulama yapılamaz. Mahkemece şikayetin reddi gerekirken yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.nun 366. ve 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 17.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2011/19-841

Karar: 2012/144

Karar Tarihi: 14.03.2012

(4721 S. K. m. 684) (2918 S. K. m. 20) (1086 S. K. m. 289) (818 S. K. m. 13) (YHGK. 09.02.2005 T. 2005/1-19 E. 2005/42 K.) (YHGK. 16.06.2010 T. 2010/1-281 E. 2010/323 K.)

Dava: Taraflar arasındaki davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Tuzla 1.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 01.05.2008 gün ve 2007/466 E. 2008/314 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 18.02.2010 gün ve 2009/3729 E. 2010/1695 K. sayılı ilamı ile;

(… Davacı vekili, müvekkiline ait minibüsün 25.000.00 YTL bedelle davalıya satılıp, bedelin taksitler halinde ödenmesi yönünde taraflar arasında sözleşme yapıldığını, daha sonra noterden Kati Satış Sözleşmesi düzenlenip, aracın davalı adına tescil edildiğini, davalının toplam 17.069.00 YTL ödeyip, bakiye 7.931.00 YTL’yi müvekkiline ödemediğini, müvekkilinin alacağını tahsil için giriştiği icra takibine davalının haksız olarak itiraz ettiğini iddia ederek itirazın iptaline ve icra inkar tazminatına hükmolunmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevabında, davanın iptali istenen icra dosyasının bağlı bulunduğu Bodrum Mahkemelerinde bakılması gerektiğini, müvekkilinin ödenmesi gereken tüm bedelleri ödeyip, şartsız, koşulsuz, ipoteksiz ve şerhsiz olarak aracı kati satış sözleşmesi ile aldığını, kati satış sözleşmesinde satıcının konusunda kayıt bulunduğunu, davanın konusunun bulunmadığını savunarak davanın reddi ile lehlerine tazminata karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan delillere göre davaya konu aracın noterde satışının yapıldığı, kati satış sözleşmesinde satıcı olan davacı bedelini tamamen aldığını beyan etmiş ise de, dosyaya sunulan ve taraflar arasında yapılmış olan el yazısı araba satış sözleşmesinde aracın bedelinin 14.729.00 YTL’lik kısmının 13 eşit taksit halinde her bir taksit 1.133.00 YTL olmak üzere ödenmesinin kararlaştırıldığı, davalının bu sözleşmedeki imzasını inkar etmediği ve bu suretle aracın bedelinin 7.931.00 TL tutarındaki 7 taksidinin ödenmediği, takipten önce davacının ihtar çekerek davalıyı temerrüde düşürmediği, haksız ve kasıtlı olarak icra takibine itiraz edildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya arasında mevcut bulunan 15.5.2006 tarihli kati satış sözleşmesinde davacı, satış bedelini tamamen aldığını belirtmiştir. Davalı da satış bedelini ödediğini savunarak davanın reddini istemiştir. Bu durum karşısında mahkemece önceki tarihli sözleşme adi, şekilde yapıldığından daha sonra yapılan ve satış bedelinin tamamen alındığını belirten resmi satış sözleşmesi gözetilerek davanın reddi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmayıp, hükmün bozulması gerekmiştir…),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

H.G.K.nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR: Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir.

Mahkemece istem kısmen kabul edilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarda başlık bölümünde gösterilen gerekçeyle karar bozulmuştur.

Mahkeme, önceki kararında direnmiş; hükmü temyize getirmiştir.

Uyuşmazlık; taraflar arasında, araç satışına dair olmak üzere adi yazılı protokol ve resmi şekilde noterde düzenlenen sözleşme kapsamına göre, davalı alıcının, davacı satıcıya, kararlaştırılan araç bedelinin tamamını ödeyip ödemediği noktasında toplanmaktadır.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu(TMK), taşınmaz mülkiyetini takiben 3. bölümde taşınır mülkiyetini düzenlemiştir. Fakat taşınmaz mülkiyetinden farklı olarak, Kanun sadece taşınır mülkiyetinin konusuna, kazanılmasına ve kaybına dair kurallar koymuş; bu mülkiyetin kapsam ve kısıtlamalarına hiçbir hüküm ayırmamıştır.

Zira taşınır mülkiyetini kapsamı, konusunu oluşturan taşınır mal ve malın TMK’nun 684. maddesine göre bütünleyici parçasını oluşturan şeyler ile sınırlıdır. Bu hususta başka kural sevkini gerektirecek bir sebep yoktur.

Taşınır mülkiyetinin kanundan doğan kısıtlamaları ise, kamu hukukuna dayananlar (bu bağlamda Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Kanun, Karayolları Trafik Kanunu) bir tarafa bırakılırsa, Medeni Hukuk bakımından hakkın kötüye kullanılması gibi her türlü hakları kapsayan bir kısıtlamadan ibarettir. (Oğuzman K., Seliçi Ö., Özdemir S.O., Eşya Hukuku, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2009, s. 586 vd.)

Kamu hukukuna dayanan kısıtlamalardan birisi olan, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 20.maddesinin (d) bendinde: belirtilmiştir.

Noterde yapılan satış sözleşmelerinde bir bedel belirtilmekte ise de, kati satış sözleşmesinde yer alan satış bedelinin (kasko bedelinin) taşıt modeline ve yaşına göre otomatik olarak belirlendiği, kati satış sözleşmesindeki beyan edilen bedelin ise bu bedele ters düşülmemesi için taraflarca bildirildiği, uygulamadan bilinen bir durumdur.

Bu bedelin doğru gösterilmemesi, kati satış sözleşmesindeki satış bedelinin daha düşük veya daha yüksek gösterilmiş olması halinde hangi bedelin dikkate alınacağı önemlidir. Burada çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de muvazaa hükümlerinden faydalanılması gereklidir.

Bilindiği üzere, bir sözleşmenin taraflarının, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek durumu gizleyerek, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa; bu şekilde yapılan işlemlere de, muvazaalı işlemler adı verilir. (HGK’nun, 9.2.2005 gün 2005/1-19 E, 2005/42 K; 16.6.2010 gün ve 2010/1-281 E, 2010/323 K.).

Muvazaada, daima, görünüşte var olan, ancak taraflarca gerçekte asla istenmeyen, salt üçüncü kişilere yanlış kanaat verip onları aldatmak amacıyla yapılmış bir hukuki işlem ile, bu işlemin aralarında geçerli olmadığına dair bir muvazaa anlaşması mevcuttur. Bazı durumlarda, bu ikisine ek olarak, tarafların gerçek iradelerine uygun olan (tarafların gerçekte istedikleri), ancak, çeşitli sebeplerle görünen işlemin arkasına sakladıkları bir gizli işlem daha bulunur. Taraflar arasında bir gizli işlemin bulunup bulunmadığına göre bakılarak, muvazaanın iki türünden söz edilir:

Tarafların, kendi aralarında geçerli herhangi bir hukuki işlem yapmak istemedikleri halde, salt üçüncü kişilere, aralarında bir hukuki işlem varmış gibi görünmek için işlem yapmaları halinde mutlak (basit) muvazaa söz konusu olur.

Buna karşılık; nispi (mevsuf) muvazaada, taraflar arasında gerçek iradelerine uygun bir hukuki işlem bulunmakla birlikte, bu işlem, kendi iradelerine uymayan, dışa karşı yapılmış bir başka hukuki işlemle gizlenir.

Bu muvazaa türü; bir sözleşmenin; niteliğinde, taraflarının şahsında, konusunda ve koşullarında söz konusu olabilir.

Bir sözleşmenin konusunda ve koşullarında muvazaa halinde, görünüşteki hukuki işlem tarafların gerçek iradelerine uygundur. Ancak, görünüşteki işlemin bazı şartları ve konusunun belli bir bölümü, aralarındaki gizli işlemden farklı düzenlenmiştir. Bu muvazaa da taraflar görünüşteki sözleşmenin bazı koşullarını değiştirirken sözleşmenin tamamı, yani, niteliği değil, bazı koşulları gizli sözleşmeye uymaz. Örneğin daha az miktarda vergi ödemek için, taşınmazın tapudaki satış değerinin düşük gösterilmesi, şufa hakkının kullanılmasını önlemek kullandığı takdirde fazla kazanç elde etmek maksadıyla görünüşteki (resmi) sözleşmede satış bedelinin fazla gösterilmesinde bu tür bir muvazaa vardır. Açıklandığı üzere taraflar görünüşteki sözleşmeyi yapmayı ciddi olarak istemekte ve niteliğinde (vasfında) de anlaşmaktadırlar. Ancak burada bedel, gerçek bedelden az veya fazla gösterilmektedir. Yani görünüşteki sözleşmenin sadece bedeli değiştirilmektedir. Muvazaa sözleşmesinin tamamında değil bir bölümünde (bir unsurunda)dır (Özkaya E., İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, Şekçin, Ankara 2011, s.173 ).

Muvazaa sözleşmesinde şekil koşulu aranmaz. Yazılı veya sözlü yazılabilir. Görünüşteki sözleşme şekle bağlı olsa dahi muvazaa sözleşmesinin yazılı veya resmi şekilde yapılması gerekmez. Görünüşteki sözleşmenin şekle bağlı olması halinde muvazaanın yazılı delil ile ispat edilmesi kuralı muvazaa sözleşmesinin yazılı olmasının geçerliliği için değil ispat edilebilmesi için aranan bir kuraldır. (YİBK 5.2.1947, 1945/20, 1947/6) Görünüşteki yazılı bir sözleşmenin aksini iddia eden tarafın HMUK’nun 289 ve BK’nun 13. maddeleri uyarınca iddiasını yazılı delil ile ispat etmesi zorunludur. Muvazaa sözleşmesi görünüşteki sözleşmeyi değiştirdiğine veya hükümsüz kıldığına göre ispat gücü kazanabilmesi için yazılı olması değinilen kanunların açık hükümleri gereğidir. Örneğin; araç satışları şekle bağlıdır. Görünüşteki şekle bağlı devir sözleşmesi için düzenlenecek muvazaa sözleşmesinin geçerliliği şekle bağlı değilse de ispatı ancak yazılı delil ile mümkündür. (YİBK 5.2.1947, 1945/20-1947/6)

Somut olaya gelindiğinde:

Davacı sahibi bulunduğu minibüsü davalıya 25.000,00 YTL bedelle sattığını, 10.271,00 TL’nin 31.1.2006 tarihine kadar peşin, geri kalan bedelin taksitler halinde ödenmesinin kararlaştırıldığını, kati satış sözleşmesi ile aracın davalı adına tescil edildiğini, davalının bu kapsamda 17.069,00 TL ödediğini, bakiye 7 adet taksit tutarı olan 7.931,00 TL’nin ödenmemesi üzerine, davalı aleyhine Bodrum 2. İcra Müdürlüğünün 2006/1631 Sayılı dosyası ile icra takibi yaptıklarını, davalı tarafın itirazı sonucu takibin durduğunu iddia ederek itirazının iptali ile, icra takibinin devamına, %40 icra inkar tazminatına karar verilmesini istemiştir.

Taraflar arasında haricen düzenlenen ve satış bedeli 25.000 TL olarak gösterilen tarihsiz protokol bulunduğu bu protokole istinaden davalının elden 10.271,00 TL ve banka aracılığı ile 6.798,00 TL olmak üzere toplam 17.069,00 TL ödediği ve 15.5.2006 tarihli resmi satış senedinde ise satış bedelinin 16.387,00 TL olarak gösterildiği çekişmesizdir.

Ayrıca davalı da böyle bir protokolün yapılmadığına yönelik herhangi bir itirazda da bulunmamıştır.

Uyuşmazlık, 7.931,00 TL nin ödenip ödenmediği noktasındadır.

Bilindiği üzere, Noter satış sözleşmesinde satış bedelinin 16.387,00 TL olarak gösterilmesi; asgari kasko bedeli üzerinden, noter satışı sırasında taşıtın modeline ve yaşına göre belirlenen bir bedelin esas alınmasından kaynaklanmakta olup; bu bedelin noter senedinde yer alması, taraflar arasındaki sözleşmenin geçersiz olmasına sebep olmayacaktır.

Taraflar görünüşteki sözleşmeyi yapmayı ciddi olarak istemekte ve niteliğinde de anlaşmaktadırlar. Sadece sözleşmenin bedeli değiştirilmektedir. Burada muvazaa sözleşmenin tamamında değil bir bölümünde, bedel unsurunda gerçekleşmiştir.

Yukarıda izah edildiği üzere, sicile kayıtlı taşınırın devri şekle bağlı ise de görünüşteki şekle bağlı devir sözleşmesi için düzenlenecek muvazaa sözleşmesinin geçerliliği şekle bağlı değildir; ancak ispatı yazılı delil ile mümkün olacaktır.

Davacının ileri sürdüğü protokol, davalı tarafından inkar edilmediğine göre; davacı taşıtırı adi yazılı delil ile 25.000,00 TL bedelle satıldığını, elden ve banka aracılığı ile 17.069,00 TL aldıklarını, ispat etmiştir. Böylece, bedeldeki muvazaayı ve satış bedelinin 25.000,00 TL olduğunu ispat ettiğine göre, adi yazılı sözleşmedeki bedelin tamamının ödendiğini, yani kalan 7.931,00 TL nin ödendiğinin ispat külfeti artık davalının üzerindedir.

Kaldı ki; taraflar arasında yapılan protokolde bedelin 25.000,00 TL olduğunun, bir kısım ödemelerin yapılacağının kararlaştırılması, davalının savunmasına bu protokole karşı çıkmaması karşısında, noter kati satış sözleşmesindeki satış bedeli olan 16.387,00 TL’nin gerçek bedel olmadığı, satış bedelinin davalının karşı çıkmadığı protokolde yer alan bedel olduğunun, davalı tarafın da kabulünde olduğu belirgindir.

Hemen belirtilmelidir ki; salt noter satış sözleşmesinde yazılı bedelin de davacı tarafından alındığının kabulüne olanak yoktur. Zira, satış sözleşmesindeki bedel olan 16.387,00 TL’nin davacı tarafından alındığının kabul edilmesi halinde, elden verilen bedel ve banka aracılığı ile ödenen taksitler ile ve noter satış sözleşmesi üzerinde yazılı bedel dikkate alındığında toplam bedelin adi yazılı satış sözleşmesindeki bedeli dahi geçtiği görülecektir. Bu sebeple noter satış sözleşmesinde gösterilen bedelin davacı tarafından alındığının kabul edilmemesi, satış bedelinin 16.387,00 TL olarak gösterilmesinin sadece tarafların iradesi dışında, sistemin belirlediği bir bedel olduğunun kabul edilmesi gerekir.

O halde, yapılan işlem taşınır mülkiyetinin nakledilmesi hususunda 2918 Sayılı Trafik Kanununun 20. maddesi uyarınca geçerlilik kazanmış bulunmaktadır. Alıcının bedelden doğan borcunu tümüyle yerine getirmemiş olması resmi sözleşme ile doğan hukuki sonucu değiştiremez. Adi yazılı senetteki gerçek bedelden bir kısmının ödenmemesi satıcıya, bedelin ödenmeyen bölümünün tahsilini isteme hakkı verecektir. Bu bedeli ödediğini ispat külfeti ise yukarda da açıklandığı üzere davalıdadır.

Bu nedenle, aynı hususlara işaret eden direnme kararı uygun ve yerindedir.

Ne var ki, davalı vekilinin, başta hükmedilen bedel olmak üzere, işin esasına yönelik diğer temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan sebeplerle direnme kararı uygun olup; davalı vekilinin başta hükmedilen bedel olmak üzere, işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 19. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 14.03.2012 günü oyçokluğu ile karar verildi

23. Hukuk Dairesi 2014/3512 E. , 2014/7573 K.
“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : İstanbul(Kapatılan) 44. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 26/02/2013
NUMARASI : 2011/3-2013/52

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

-K A R A R-

Davacı vekili, müvekkili ile davalı T.. D.. arasında mali müşavirlik ve serbest muhasebecilik sözleşmesi imzalandığını, davalının müvekkiline vermiş olduğu hizmetler dahilinde müvekkili şirkete ait taşınmazın 750.000,00 TL bedeli ile sermayeye eklenmesi işleminin yasal prosedüre aykırı olarak gerçekleştirildiğini, 5811 sayılı Yasa ile “sermaye artışının tescil ve ilanının, beyan tarihinden itibaren altı aylık süre içerisinde ana sermayeye ilave edilmesi” öngörülmesine rağmen davalı tarafın söz konusu sermaye artışının tescil ve ilam işlemini altı aylık yasal süre geçtikten sonra gerçekleştirdiğinden müvekkilinin ceza ödemek zorunda kaldığını, davalının 6111 sayılı Yasa kapsamında müvekkilinin 5811 sayılı Yasa kapsamından tekrar faydalanabileceği ve bunun için Vergi Dairesi’ne müracaat edilmesi gerektiğini bildirmesi üzerine müvekkiline kesilen cezalara ilişkin olarak yapılan işlemlerin iptali amacı ile açtığı davadan vazgeçildiğini, ancak 6111 sayılı Yasa kapsamında müvekkili tarafından yapılan başvuru üzerine vergi dairesinin yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonraki döneme ilişkin yapılacak olan incelemelerden faydalanılabileceğini belirtmesi üzerine 75.513,90 TL olarak belirlediği tutarı müvekkilinin ödemek zorunda kaldığını, davalının vermiş olduğu eksik ve hatalı hizmetten dolayı kusurlu olduğunu, mali müşavirin üzerine almış olduğu işi özen ile ifa yükümlülüğü altında olduğunu, müvekkilinin zararının tamamından diğer davalı sigorta şirketinin poliçe limitleri dahilinde müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 8.390,52 TL’nin işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı T.. D.. vekili, müvekkilinin 2008 yılı Temmuz ayından itibaren davacı firmanın muhasebe işlemlerini yürüttüğünü, ancak 2009 yılının başından itibaren davacı firmanın şirket içinde kendi muhasebe birimini oluşturduğunu, bu tarihten sonra bütün muhasebe ile ilgili işlemleri bu birimin gerçekleştirdiğini, davalının ise yapılan işlemleri denetlemek ve internet yolu ile beyannameleri vermek ile sınırlandırıldığını, müvekkilinin yapmış olduğu incelemede davacı kayıtlarında naylon fatura düzenleyen şirketlere ait alım faturalarına ulaştığını, davacı şirketin bu faturalar ile KDV iadeleri aldığını, ceza almaktan çekinen davacı şirket yetkililerinin davalıdan bu durumun düzeltilmesini istemeleri üzerine müvekkilinin KDV düzeltme beyannameleri verdiğini, düzeltme ile daha önce iadeye tabi olan bedellerin vergi dairesine ödendiğini, davacı firmanın, KDV düzeltme beyannamesi verdiği dönemde, düzeltme ile artan matrah oranında Kurumlar Vergisi ödenmesi gerektiğini, ancak davacı firmanın maddi imkânları yetmediği için matrah artışı yapıp gerekli verginin ödenmediğini, 5811 sayılı Yasa ile şirket kayıtlarında olması gerekirken 3. şahıslar adına olan taşınmazların özel bir fon oluşturularak sermayeye eklenmesi halinde, sermaye artışı yapan firmanın kanunda yazılı dönemlerle ilgili beyan edilen matrah tutarı kadar incelemeye tabi tutulmayacağı ve vergi ve ceza talep olunmayacağının öngörüldüğünü, firma yetkilileri ile müvekkili arasında yapılan görüşmede bu kanundan yararlanma fikri oluşarak şirket imkânları ile alınan ancak vergi ödememek için şirket ortaklarından Yakup Hakan Sekmen adına kayıtlı taşınmazın 750.000,00 TL’lik özel bir fon oluşturularak sermayeye eklenmesine karar verildiğini, Yasa kapsamında müvekkili tarafından 02.03.2009 tarihinde beyanname düzenlenip vergi dairesine verildiğini, hesaplanan 37.500,00 TL verginin ödendiğini, ancak davacı firmanın altı aylık süre içinde sermaye artışına ilişkin ortaklar kurulu kararı almadığını, tapuda devir işlemini de gerçekleştirmediğini, sermaye arttırımına ilişkin kararın süresi içinde alınmamış olmasının müvekkilinin değil davacının kusuru olduğunu, altı aylık sürenin geçirilmiş olması nedeniyle 5811 sayılı Kanun’dan yararlanamama kararı üzerine açılan davada, vergi uzmanları tarafından davayı kazanma şansının yüksek olduğunun bildirmiş olmasına rağmen davacının, 6111 sayılı kanundan faydalanmak için davadan feragat ettiğini, 5811 sayılı Kanun’dan yararlanılmasının sahte, yanıltıcı nitelikte olan ve KDV indiriminde kullanılan vergi ve ceza uygulamasını engellemediğini, davacının bilerek veya bilmeyerek kullandığı naylon faturaların vergi cezası ödemesine sebep olduğunu, müvekkilinin düzeltme yaptığı belgelerle ilgili vergi ve cezaya gerek duyulmadığını, sermaye artırımı süresinde yapılmış olsaydı da 5811 sayılı Kanun, kurumlar vergisi ile ilgili düzenleme olduğundan KDV yönünden aynı cezalarla karşılaşılacağını, 5811 sayılı Kanun’la ilgili işlemlerin TÜRMOB sözleşmesi kapsamında olmadığını, davacının sözlü beyanı üzerine beyannameyi süresi içinde verdiğini, tahakkuk fişini davacıya teslim ettiğini, bu tarihten sonra müvekkilinin tüm uyarılarına rağmen sermaye artırımına ilişkin ortaklar kurulu kararı alınmadığını, karar alınıp ulaştırıldıktan sonra müvekkilinin raporu düzenlediğini, karar alınmadan raporun düzenlenemeyeceğini, tapuda yapılması gereken devir ve tescil işleminin davacı tarafça süresinde yapılmadığını, davalının üzerine düşen tüm yükümlülükleri yerine getirdiğini, davalının sorumlu tutulmasının madden ve hukuken mümkün olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Davalı Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi vekili, davacının vergi cezasına maruz kalmasının nedeninin sigortalının kusurlu davranması nedeni ile değil davacının geçmiş yıllardaki ve başka konudaki fiilleri nedeni ile meydana geldiğinin anlaşılacağını, sermaye artırımının geç tescilinde sigortalının kusuru olmadığını, davacının vergi cezasına maruz kalmasının sigortalının sermaye arttırımını geç tescil ettirmesi olduğunu kabul etmemekle birlikte sermaye artırımının gerçekleştiği 2009 yılında sigortalının davalı sigorta şirketinde bir mesleki sorumluluk poliçesi de bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, dosya kapsamı ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davacı ile davalı arasında 2008, 2009, 2010, 2011 yıllarına ait SMM sözleşmesi akdedildiği, bunun dışında ayrıca, davalı T.. D..’nın 5811 sayılı Yasa uyarınca şirket işlemlerini yapması ya da bu hususta beyanname ya da diğer işlemleri gerçekleştirme hususunda ayrıca bir sözleşmenin bulunmadığı, davalı T.. D.. tarafından davacı şirketin 5811 sayılı Varlık Barışı Yasa’sından faydalanmak üzere, 02.03.2009 tarihinde Vergi Dairesi’ne beyannameyi düzenleyerek verdiği, 5811 sayılı Yasa’dan faydalanabilmek için beyanname düzenleme dışında ayrıca sermaye olarak korunması kararlaştırılan taşınmazın şirket adına tapuda devri gerekeceği ve yine sermaye arttırımına ilişkin ilgili davacı şirketin karar alması gerektiği, sermaye arttırımına ilişkin davacı şirket genel kurulunda karar alınması gerektiğinden davalının sorumlu olmadığı, taşınmazın 5811 sayılı Yasa’da belirtilen süre içerinde davacı şirket adına tescil işleminin yapılmaması ve sermaye arttırımın yine yasada belirtilen süre içerisinde yapılmaması sebebiyle vergi ve cezaların kesildiği, dolayısıyla gerek sermaye arttırımın yapılması noktasındaki sorumluluğun, gerekse şahıs adına olan taşınmazın şirket adına tapu tescili noktasındaki sorumluluğun bizzat davacı şirket yönetim kurulu ve genel kurulunda olduğu, davalı T.. D.. ile imzalanan sözleşmelerin sadece serbest mali müşavirlik sözleşmesi olup bu sözleşme uyarınca davalının yegane yükümlülüğünün 5811 sayılı Kanun’dan yararlanmaya ilişkin beyannameyi vermekle sınırlı olduğu, davalı T.. D..’nın sözkonusu beyannameyi süresi içerisinde ilgili vergi dairesine verdiğinden SMM sözleşmesi uyarınca üstlendiği edimleri yerine getirdiği, bunun dışındaki sermaye arttırımı ve taşınmazın şirket adına tescil işlemlerinin bizzat davacı şirketin sorumluluğunda bulunduğu, bu bağlamda bu işlemlerden kaynaklı davacı şirkete kesilen vergi ve vergi cezalarda davalı T.. D..’nın herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığı, diğer davalı yönünden de sigorta kapsamına giren işlerde davalı T.. D..’nın bir sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
1-Dava, davacı ve davalı T.. D.. arasındaki mali müşavirlik hizmet alım sözleşmesine dayalı görevlerin gereği gibi yerine getirilmemesinden kaynaklanan tazminatın bu davalıdan ve bu davalının sorumluluğunu üstlenen diğer davalı sigorta şirketinden tahsili istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK’nın 266/1. (1086 sayılı HUMK’nın 275.) maddesi “Mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir” hükmünü içermektedir. Aynı Kanun’un 282. (1086 Sayılı HUMK’nın 286.) maddesinde belirtilen bilirkişinin oy ve görüşünün hakimi bağlamayacağı ve hakimin bilirkişi raporunu serbestçe takdir edeceği hükmü, HMK’nın 281. (HUMK’nın 283.) madde hükmü uyarınca bilirkişi raporunu yeter derecede kanaat verici bulmazsa bilirkişiden ek rapor ya da sözlü açıklama alabileceği veya yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırabileceği şeklinde anlaşılmalıdır. Yoksa, hakimin bir kez bilirkişi incelemesine karar verildikten sonra bundan dönerek uyuşmazlığın çözümünün hakimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki ve mesleki bilgi ile çözümlenebileceği kabul edilemez. Kaldı ki, somut uyuşmazlık çözümünde bilirkişinin oy ve görüşüne başvurulmasını zorunlu kılar niteliktedir.
Mahkemece, mali müşavir ve sigorta hukukçusundan oluşan bilirkişi kurulundan alınan rapor hükme esas alınmış, davacı vekilinin teknik nitelikteki itirazları üzerine itirazların mahkemece değerlendirilebileceği gerekçesiyle ek rapor istemi reddedilmiş, ancak davacının itirazları gerekçe bölümünde tartışılıp değerlendirilmeksizin hüküm kurulmuştur. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının itirazları incelenmediği gibi, dosyada bulunan ve okunması güç olan sözleşme suretlerindeki hükümler tartışılıp değerlendirilmemiştir.
Dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 96. maddesindeki, “Alacaklı hakkını kısmen veya tamamen istifa edemediği takdirde borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe bundan mütevellit zararı tazmine mecburdur.” hükmü uyarınca alacaklının zararının tazmini gerekir. Borcun ifa edilmemesi borçlunun sözleşmenin kendisine yüklediği ifa yüküne karşı bir davranış içinde olmasını ifade eder. Bu durumda borçlu ya borcu ifa imkânını kendi kusuru sonucu kaybetmiştir ya da borcu ifa imkânına sahip olduğu halde, haklı bir sebep bulunmaksızın, ifadan tüm olarak kaçınmaktadır veya ifa etmiştir ama bu ifası noksandır, ayıplıdır, ya da borçlu ifada kusurlu olarak gecikmiştir. Kural olarak, borcun ifa edilmemesinin borçlunun sorumluluğu sonucunu meydana getirir ve borcun ifa edilmemesinde borçlu “kusurlu” kabul edilir. Borçlar Kanunu’nun 96-100. maddeleri, muaccel borcun ifa edilmemesinin sonuçlarını düzenlemektedir. Borçlu bu sorumluluktan ancak kendisine bir kusur isnat edilemeyeceğini kanıtlarsa kurtulabilir. Anılan 96. madde hükmünde öngörülen tazminatın nedeni borçlunun taahhüdünü ihlâl etmesidir. Borçlunun taahhüdü genellikle bir akde dayanır. Onun için buna akdi tazminat, borçlunun sorumluluğuna da akdi sorumluluk denilmektedir. Akdi sorumluluğun sözkonusu olabilmesi için, a)Geçerli bir borç ilişkisinin varlığı, b)Bir borcun ya hiç ifa edilmemiş ya da kısmen ifa edilmiş bulunması, c)Borçlunun ademi ifasından alacaklının bir zarar görmesi, d)Zarar ile borcun ifa edilmemesi arasında bir illiyet bağı olması, e)Borçlunun ifa etmemede kusurlu olması, şartlarının olayda varlığı aranmalıdır.
Vadesinde yerine getirilmeyen edimler için ifa mümkün ise temerrüt hükümleri uygulanacak, ifanın mümkün olmaması halinde imkânsızlık hükümleri devreye girecektir. Davalı temerrüdünden önce borcun ifa edilmesine yasal olanak yok ise, objektif imkânsızlık sözkonusu olacağından davalı sorumlu tutulamaz. (BK.m. 117). Ancak yasal engel bulunmadığı halde borç ifa edilmemişse veya temerrüde düştükten sonra yasal engel gerçekleşmiş ise, kusurlu imkânsızlık sözkonusu olacağından, davalı sorumludur. (BK.m.96). Diğer anlatımla, borcun ifası başta ya da temerrütten önce imkânsız değilse, ifa edilmemesi durumunda borçlu kusursuzluğunu kanıtlayamaması halinde BK’nın 96. maddesine göre alacaklının uğramış olduğu zararları tazmin etmekle yükümlüdür; yani borcun ifası temerrütten sonra imkânsız ise kusurlu imkânsızlık nedeniyle anılan 96. madde hükmü uyarınca sorumlu olacak, temerrütten önce imkansız ve bunda bir kusuru yok ise BK’nın 117. maddesine göre borcundan kurtulacaktır.
Bu durumda, mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin gerekirse aslı ya da okunaklı örneği taraf vekillerinden temin edilip, serbest muhasebe ve mali müşavirlik ile vergi mevzuatı, şirketler ve sigorta hukuku alanlarında öğretim görevlilerinden oluşan yeni bir bilirkişi kurulundan, yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde, davalılar vekillerinin savunmalarının tüm yönleri ve sözleşme hükümleri üzerinde duran, davalı mali müşavirin somut olayda iddia edilen zararın meydana gelmesinde kusurlu olup olmadığı, nedensellik bağı bulunup bulunmadığı, sözleşmenin zamanında ifasının mümkün olup olmadığı, sonradan imkânsız hale gelip gelmediği, imkânsız ise hangi aşamada kimin kusuruyla imkânsız hale geldiği hususlarını ve tarafların itirazlarını da karşılayan ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli bir rapor alınıp, her iki davalının hukuki durumu değerlendirilerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.
2-Bozma nedenine göre, davacı vekilinin diğer temyiz itirazının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) no’lu bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davacı yararına BOZULMASINA, (2) no’lu bentte açıklanan nedenlerle, diğer temyiz itirazının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26.11.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

9. Hukuk Dairesi 2014/28844 E. , 2016/1899 K
“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, sendikal tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A)Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, davalıya ait işyerinde 06.02.2007 tarihinden itibaren singer bölümünde makinacı olarak çalışmaya başladığını, çalışma süresinde işine gerekli özeni gösteren bir çalışan olduğunu, aylık net 1.550,00 TL ücret aldığını, ücretinin SGK’ya eksik bildirildiğini, kendisi ve diğer sendika üyesi işçilerin işyerinde sendikal faaliyet yürütmeleri, sendikaya üye olmaları ve işten çıkarma tehditlerine rağmen sendika üyeliğinden istifa etmemeleri nedeniyle ayrımcılığa ve işsiz bırakılma tehdidine maruz kaldıklarını, davalı işveren yetkilisinin tüm işçileri işten çıkarmakla tehdit ettiğini, davalı işveren yetkililerinin sendika üyesi olduğundan şüphe ettikleri işçileri notere götürerek sendika üyeliğinden istifa ettirdiklerini, davalıya ait işyerinde sendikalı – sendikasız işçi ayrımı yapılarak sendika üyesi işçilere zam verilmediğini, sendika üyesi işçilerin elden ödenmesi gereken ücretlerinin de ödenmediğini beyan ederek, 10.000,00 TL sendikal tazminatın işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasının mümkün olmadığını, açılan davanın dava şartı yokluğu nedeni ile reddine karar verilmesi gerektiğini, firma nezdinde davacıya sendikal ayrımcılık yapıldığı iddiasının doğru olmadığını, iddiaların gerçeği yansıtmaktan uzak, soyut, haksız ve asılsız iddialar olduğunu, hiçbir çalışana karşı sendikal ayrımcılık yapılmadığını, sendikal faaliyetleri engelleyici herhangi bir girişimde bulunulmadığını, işyerinde sendikaya üye olması nedeni ile tek bir işçinin iş akdinin dahi feshedilmediğini, iş akdine ve iş kurallarına uygun olarak çalışan hiçbir işçinin iş akdine hiçbir şekilde son verilmediği gibi işyerinde sendikal faaliyetleri önlemeye yönelik herhangi bir eylemde de bulunulmadığını beyan ederek, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlara dayanılarak, işyerinde sendikal ayrımcılık uygulandığı iddia edilmiş ise de, iddianın somut olarak ispatlanamadığı, işverenin sendikal faaliyet ilgili işçilere bilgi vermesinden sonra bazı işçilerin kişisel tercihleri kapsamında sendika üyeliğinden istifa ettikleri, istifa kararını verirken de sendikal faaliyet nedeni ile işyerinin kapanabileceği ve kendilerininde işsiz kalacağı kaygısı taşıdıkları, ancak bu kaygının oluşmasında işverenin tehdit veya yönlendirmesinin varlığının ispatlanamadığı, tanık olarak dinlenen sendikalı işçilerin dahi somut bir baskı ve ayrımcılığı açıklanmadığı, kişisel ve sübjektif değerlendirmeler nedeniyle ayrımcılık yapıldığı yönündeki beyanların sendikal nedenlerle baskı baskıyı kanıtlamaya yeterli olmadığı, fazla çalışma ve randıman kartı uygulamaları nedeniyle ücret yönünden de sendika üyelerinin aleyhine bir uygulama yapılmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davacı vekili yasal süresi içinde temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
Davacının sendikal tazminat isteminin yasal dayanağı, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş sözleşmesi Kanunu’nun 25. Maddesidir. Maddeye göre;
Madde 25 – (1) İşçilerin işe alınmaları; belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri, belli bir sendikadaki üyeliği sürdürmeleri veya üyelikten çekilmeleri veya herhangi bir sendikaya üye olmaları veya olmamaları şartına bağlı tutulamaz.
(2) İşveren, bir sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan işçiler veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında, çalışma şartları veya çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayrım yapamaz. Ücret, ikramiye, prim ve paraya ilişkin sosyal yardım konularında toplu iş sözleşmesi hükümleri saklıdır.
(3) İşçiler, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamaz veya farklı işleme tabi tutulamaz.
(4) İşverenin fesih dışında yukarıdaki fıkralara aykırı hareket etmesi hâlinde işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir.
Dosya kapsamındaki bilgi, belge ve tanık beyanlarından davacı ve diğer çalışanların Teksif sendikasına üyelik işlemlerini yapmalarının ardından sendika ile davalı işverenin 2013 yılı Mart ayında görüşme yaptığı, bu görüşmenin akabinde şirket yetkilisinin 19.04.2013 tarihinde yaptığı toplantıda “ sendika yüzünden fabrikayı kapatıyorum” şeklinde beyanda bulunduğu, bunun üzerine 19-22-24-25.04.2013 ve devamı günlerde sendikaya üye işçilerin bazılarının iş saatleri içerisinde davalı işverence noter masrafları karşılanmak üzere sendika üyeliğinden istifa ettirildikleri anlaşılmıştır.
Mahkemece sendikal ayrımcılık uygulandığının somut şekilde ortaya konulamadığı gerekçesi ile sendikal tazminat talebi reddedilmiş ise de; yapılan araştırma yetersizdir.
Mahkemece yapılacak iş; davacıya ait iş yeri özlük dosyası, Teksif sendikası ile gerekli yazışmaların yapılarak işçilerin üyelik bilgilerini gösterir belgelerin ve ayrıca sendikaya üye olan ve olmayan işçilere farklı oranlarda zam yapılıp yapılmadığının tayini için banka kayıtlarının getirtilerek değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.
Mahkemece eksik araştırma ile yazılı şekilde talebin reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 26.01.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


Adres

Doğu Mahallesi Çakır Sokak No:12 Alibey Villaları
Pendik/İstanbul

İletişim

Email: info@tunchukuk.com
Telefon: +90 (216) 491 90 35
Fax: +90 (216) 491 90 36

© 2023 Tunç Hukuk her hakkı saklıdır. ‌